Türk sineması tarihi çok eski zamanlara dayanmaktadır. Dile kolay, Cumhuriyet tarihinden de eski bir tarihe sahip olmak. Neredeyse 5 kuşağı sarıp sarmalayan ve büyüten bir dünya olabilmek. Her biri bir okul gibi eğiten, öğreten, karanlığa ışık tutan filmler. Güldüren, ağlatan, kahkahalara boğan filmler. Herkesi sıcaklığıyla, samimiyetiyle saran efsane filmler. Her bir karesinde unutulmaz anlar, yaşanmışlıklar ve kayıplar. Unutulmaz heyecanlar, unutulmaz tatlar, unutulmaz üstatlar, unutulmaz hayatlar…
Kim unutabilir, pos bıyıklı Hulusi Kentmen’nin, o babacan gülümsemesini, o en hüzünlü anlarda bile şefkatli bakışlarını…
Kim unutabilir, merdivenlerden zıplayarak inen Adile Naşit’in, o şen kıkırdamasını, o en zor anlarda kucaklayan, tonton sarılmasını…
Kim unutabilir, Yaşar Usta’nın patrona söylediği, o en acıklı tiradını…
Kim unutabilir, Vahi Öz’ü, Turist Ömer’i, Öztürk Serengil’i…
Bir döneme, sinemaya hayatlarını kazımış üstatları, izlerini ve geride bıraktıkları sayısız eserleri…
Türkiye’de sinema tarihi, 1914 yılında, tek bir filmin, Türk yönetmeniyle başlıyor. Fuat Uzkınay’ın çektiği, Ayasofya’daki Rus Abidesinin Yıkılışı Filmi. Filmin, bir tek yönetmeni Türk ve diğer tüm ekip yabancılardan oluşuyordu.
Türk Sinemasında Tiyatrocular Dönemi
Asıl Sinema tarihi, 1920 yıllarında, tiyatrocular dönemi ile başlıyor Türkiye’de. Başlıyor başlamasına ama birçok dönem ve badireler geçirerek bugüne kadar uzanıyor. Sinema, hayatın perdeye yansımasıdır. Kültür, değişim, siyaset, dönem, dönüşüm ve tüm oluşumları saptayarak, özümleyerek yansıtır. Her bir gelişme, sinemada görülür hissedilir, gelişen her bir etki sinemada yaşanır.
Kimi zaman, sadece çırılçıplak gerçeği yansıtır, kimi zaman ise toplumun dinamiği lokomotifi olur, kimi zaman, kitleleri tetikleyen popülist yaklaşım olur. Günümüzde en bariz örneği derseniz, Hollywood sinemasının yıllardır yaptığı gibi… Toplumların hayatlarını etkileşimle, özendirmeyle değişikliğe sürükleyebilen tek olgu, görsel medya, yani bir dönemin tek medya yansıması olan sinemadır.
Muhsin Ertuğrul, Sedat Simavi, Cahide Sonku, Nazım Hikmet, Avni Dilligil, Semiha Berksoy, Hazım Körmükçü ve Naşit Özcan gibi tiyatro kökenli yönetmen ve sanatçıların yer aldığı dönem, Türk sinema tarihinde, tiyatrocular dönemi olarak bilinir. 1932 yılında ise Türk sinema tarihinde ilk sansür yasası, filmlerle ilgili olarak yürürlüğe girer. 1939 yılında 2. Dünya savaşı dönemi başlar ve sansür yasasına, senaryolarda dâhil edilir.
Artık siyaset ve yönetimler yasayla birlikte, sinemaya baskı kurmaya resmen başlamış olur. 1939 yılında, tiyatrocu sinemacıların atılımlarının önü savaşla kesilmiştir. Bu dönemde Türkiye’de hâkim süren, Mısır sinemasının olumsuz etkisiyle de dünyaya hâkim olunacak atılım yarım kalmış ve o dönemlerde bayrağı okyanus ötesi Amerika devralmıştır. Mısır sineması, Türkiye’de yeni oluşan sinema dilinin körelmesine neden olmuştur.
1923 ve 1933 yılları arasında daha çok vatan, mücadele ve Ateşten Gömlek gibi filmler çekilirken, 1933 sonrasında, yavaş yavaş komedi filmleri de sineme gösterimlerine girmeye başlar. Artık savaşın rehavetinden kurtulmak için mi, yoksa sansürden etkilenmeyelim, suya sabuna dokunmadan komedi çekelim havası mı, yoksa hükümetler halkı biraz neşelendirin, güldürün diye baskımı yaptı, o dönemleri tabi ki bilemeyiz. 1933 yılında çekilen 7 filmin, 5 tanesi komedi filmi olarak çekiliyor. Cici Berber, Düğün Gecesi, Karım Beni Aldatırsa, Naşit Dolandırıcı ve Yeni Karagöz filmleri.
Türk Sineması Geçiş Dönemi ve Sinemacılar Dönemi
Çoğu sinema eleştirmeni, 1939 ve 1950 yılları arasını sinemanın geçiş dönemi olarak değerlendiriyor. Bir tek Metin Erksan bu dönem için tam olarak, çok partili döneme geçiş olarak ifade ediyor. Zaten 1950 sonunda seçim yapılarak, Demokrat parti ve 10 yıllık Menderes Dönemi başlıyor.
Sinema ise çok farklı bir yöne evriliyor. Türk sinemasında Sinemacılar Dönemi başlıyor ve Türkiye Tarihinin en fazla sineması o dönemde Türkiye’de yapılıyor. En çok film, en çok gişe ve tabi ki en kalıcı filmler dönemi. Bugün bile zevkle izlenen sayısız film. Geniş kadrolar, geniş yankılar yaratan filmler sinemacılar dönemine damga vuruyor. Sinema en popüler dönemini yaşıyor. Yeşilçam filmlerinin popülerliği bu dönmede başlıyor. En ünlü yönetmenler bu dönemde çıkıyor ve tabi ki unutulmaz aktörler ve aktrisler dönemi. Yıldızlar dönemi de bu dönemde sinemaya damga vuruyor.
Sinemacılar döneminde halkın en büyük eğlence kültürünü sinema oluşturdu. Türkiye sinema tarihinde endüstriyel olmasa da bir sıçrama yaşandı. Türk sinemasında yeni bir anlayışın mayası tutmuştu artık. İnsanların tek eğlencesi sinema salonları olmuştu.
Sinemacılar döneminde zamanın en iyi yönetmenleri, en iyi filmleri ve sevilen sanatçıları yarışıyordu adeta. Fırtına gibi devler geçiyordu beyaz perdeden. Metin Erksan, Lütfi Ömer Akad, Atıf Yılmaz, Memduh Ün ve nice üstat yönetmenler… Günümüzün ünlü yönetmenleri de bu dönemde ustaların asistanı olarak yetişiyordu.
O dönemlerde sinemanın hala etkili bir endüstri olmaması ülkede yaşanan siyasi çalkantılar, darbeler ve askeri müdahaleler yüzünden hep gölgede kaldı. Etkilenen, baskılanan sinema kendine bir türlü çıkış yolu bulamasa da en iyi etkisi sinemanın diline yansıdı. Günümüze kadar gelen yeni sinema dili ve temeli bu dönemin küllerinden doğdu.
Türk Sinemasında Yıldızlar Döneminin Eşitsizliği
1960 darbesi sonrası Türk sinemasında sinemacılar dönemi farklı bir yöne savruldu. Yıldız sistemine bağlayan birçok yönetmen gişe yapmaya, para kazanmaya ve halkı eğlendiren, oyalayan filmlere yöneldi. Çok para kazanan yönetmen ve yıldızlar dışında, sinemaya ve sektörün gelişimine yatırım yapılmadı. Türk sinemasında yıldızlar dönemi sınırlı sayıda kişilerin para kazanmasını sağladı. Başarılı filmlerin taklitleri sahnelerde boy gösterdi.
O dönemde de aklı başında olan ve ayağı yere sağlam basan sinemacılar oldu ama sayıları yok denecek kadar az ve etkisizdi. Sanat birikimi olmadan, estetik kaygısı gütmeyen bir dolu film çekildi.
İçlerinden sıyrılan filmler günümüzde sevilen ve izlenen yerlerini alabildi. 1963 yılında Metin Erksan’ın yönettiği Susuz Yaz ilk uluslararası ödül alan filmimiz oldu. 1950 ve 1960 yıllarında Ayhan Işık, Sadri Alışık, Yılmaz Güney fırtınası eserek sinema salonlarında yerlerini aldılar. Dönemin en iyi yönetmenleri sinemaya damga vurarak kalitelerini belirten işlere imza attılar. Metin Erksan, Ömer Lütfi Akad unutulmaz yönetmenler olarak sinema tarihinden yerlerini aldılar. Ancak 1970’li yılların ikinci yarısı, ilk yarısı ve önceki dönemler kadar parlak değildi. İnsanların ekonomik alım gücü düşmüştü ve en büyük etkiyi evlerin salonlarına giren televizyonlar yaratmıştı. İnsanları sinemaya çekecek en etkili yöntemi buldu dâhiyane zamanın yönetmenleri. Erotik film furyası Türk sinemasına hâkim oldu.
Türk Sinemasında Çok Kadrolu Dönem
Birçok sanatçı ve yönetmen bu dönemde sinemadan uzak durdu. 1980 sonrası Özal’ın serbestlik ekonomi politikası video piyasasını hareketlendirdi. Sinema videokasetlere indirgenerek iyice sıradanlaşmaya başladı. Tabi döneme damga vuran kaliteli ve ödüllü filmlerde çekiliyordu. Kartal Tibet ve Atıf Yılmaz döneme resmen damgasını vurmuştu.
Çok kadrolu komedi filmleri, toplumsal içerikli filmler çekilerek halkın dikkatini çekmeyi başardılar. Yılmaz Güney bu dönemde birçok uluslararası ödüle layık görülen film çekse de ülkede sansür nedeniyle yayınlanamadı. 1990 yıllarında Yeşilçam’ın enkazı üzerine kurulan Türk sineması salonları artık dolmuyor, peş peşe birçoğu kapanıyordu.
Türk Sinemasında 2000 yılı Sonrası
Salon sinemacılığı bitti, kimse sinemaya gitmez denildiği sırada Şener Şen’in başyapıtı Eşkıya tüm senaryoları yıkarak zirveye oturdu. Eşkıya filmi Türk sinemasında bir başka dönemi açıyordu artık. Toplumsal içerikler yerini bireysel hikâyelere bırakacaktı. 2000 sonrasında birçok ödüllü film yapılsa da toplum ve sinema olgusu birbirinden uzaklaşmaya, farklı kültürler oluşmaya başlandı.
Nuri Bilge Ceylan gibi birçok yönetmen ödül alsa da ülkede seyirci kitlesi sınırlı sayıda oluyordu. Kültürel yozlaşmayla birlikte toplum, avam tarza takılı kaldı. İyi filmler ödül alıyor ama iyi film gişe yapmıyor. Gişe yapan filmlerde kalite ve sanattan uzak yapımlar oluyor ve makas iyice açılıyordu. Günümüzde bu kısır döngü de maalesef halkın sinemadan kopmasına neden oluyor.
Sinemada salon krizi yaşanırken, pandemi süreci de salonları iyice krize sokan başka bir etken oldu. Artık birçok sinema yapımcısı, eserlerini dijital platformlara satarak, farklı mecralara yöneliyor, seyirci gibi sinemacılar da salonlardan umudunu bir bir kesiyor. Nereden nereye… Türk sineması bir dönem gişelerde rekorlar kırarken, şimdi salonlar tek tek kapanıyor, bir koca devir tarih oluyor.